Prof. Dr. Yasin Aktay: ''Kılıçdaroğlu, iktidar değişse de Suriyelileri geri gönderemez''
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ''İktidara geldiğimizde Suriyelileri kendi ülkelerine göndermek istiyoruz'' dedi.
İSTANBUL ( Star Haber ) - Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise ''Bize sığınan Allah’ın kullarını biz katillerin kucağına atmayız'' sözleriyle yanıt verdi.
Böylece on yıldır Türkiye'de yaşayan Suriyelilerin varlığı yeniden iç siyaset tartışması haline geldi.
Resmi olmayan rakamlara göre bu sayı daha fazla.
Peki, iktidar değişikliği söz konusu olduğunda bunca Suriyeli göçmeni geri göndermek mümkün mü? Kılıçdaroğlu neden böyle bir söyleme başvurdu?
Hala 'misafir' olarak mı kabul edilmeliler yoksa Türkiye'nin bir parçası haline mi geldiler?
Siyasette Suriyeliler konuşulurken, Taliban’dan kaçan Afganlar da Türkiye'ye gelmeye başladı. Suriyelilerin gelişlere benzer bir süreç yaşanır mı?
Ak Parti'nin göç politikaları konusunda önemli isimlerinden, eski genel başkan yardımcısı Prof. Dr. Yasin Aktay euronews'in sorularını yanıtladı. Aktay, Erdoğan'ın Diyarbakır ziyareti ile başlayan ''Yeni bir Çözüm Süreci mi geliyor' tartışmasını da değerlendirdi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “İktidara geldiğimizde Suriyelileri ülkelerine göndermek istiyoruz” dedi. İktidar değişirse göçmenler gönderebilir mi gerçekten? Bu mümkün mü?
''Pratik olarak mümkün değil. Pratik olarak ülkenize sığınmış, belli koşullarda göçmen ve mülteci statüsü elde etmiş olan insanları apar topar, paldır küldür dışarı atmak veya göndermek diye bir durum zaten söz konusu olamaz. Bunu yapamayacağını biliyor Kılıçdaroğlu. Belki de bilmiyordur, danışmanları kendisine söylemiyordur. Neden yapamaz? Bu sadece mültecileri sevip sevmemek ile alakalı değil sadece. Netice itibariyle ülkeye sığınan Suriyeli mülteciler belli bir hukuki statü elde etmiş oluyorlar. Uluslararası göçmen hukukuna göre bu insanlar gerekçesiz bir biçimde herhangi bir suç işlememişlerse gönderemezsiniz. Neticede bu insanlar keyfinden gelmedi, turist değiller. Kendi kaynak ülkesindeki huzursuzluk, güvensizlik, can güvenliği siyasi baskılar gibi durumlardan dolayı size sığınıyor. Geri döndüğünde hayati tehlikesi vardır. Ayrıca Suriyeli dediğimiz insanların önemli bir kısmı on yıldır ülkemizde yaşıyor. Önemli bir kısmı ya işçi ya farklı mesleklerden olacak şekilde Türk toplumuna katkıda bulunacak haldedir. Toplumun bir parçası haline gelmiştir ve toplum da onlardan faydalanmıştır. Kuru kuruya göçmen politikası yapmak bir popülizm. Ve bu çok tehlikeli. Belli bir insan grubuna yönelik nefret söylemi söz konusu. Bu insani açıdan da çok tehlikeli.''
''Dünyadaki sosyal demokrat klasmanı içinde kendi gören bir partinin genel başkanı göçmen karşıtı politikaları irtikap edenin Kılıçdaroğlu olması ciddi bir problemdir. İktidardaki parti, sağ muhafazakar parti olarak sınıflandırılıyor ancak göçmen politikası konusunda insan hakları meselesine daha fazla riyatkar. Göçmenlerin bir hukuku olduğuna dair daha fazla bilinçli ve bu doğrultuda hareket etme konusunda daha açık. Bu çelişki Türkiye’nin siyasetinin çelişkisidir. Yıllardır müzmin muhalefette bulunan Kılıçdaroğlu ve sosyal demokrat parti olan CHP hala en sağcı, en ırkçı söylemleri irtikâp ediyor. Diyeceksiniz ki ırkçılık bunun neresinde, biz mültecilere karşıyız. Mülteci dediğimiz de bir ırk, grup. Keyiflerinden gelmiyorlar. Bir milyon insan öldü, beş yüz bin insan gözaltında kayıp. Suriye’de BM tarafından tespit edilen rakamlara göre kendisine ulaşılamadığı için yakınları hapiste olan 11 bin ismi bilinen kişi hapiste. Ve bu 11 bin kişi, 18 yaş altı kız çocuğu. Bu insanların, avukatları, savunmaları ve de mahkemeleri yok. Türkiye’de PKK mensubu birinin bile kendisine ulaşılamadığı için yakınları hapse atılmaz. Böyle bir ortamda Kılıçdaroğlu kalkıyor bunu söylüyor. Aklına şaşar ve gülerim. Ya Esad’ı tanımıyor. Suriye rejimi hala insan öldürmeye ve hapse atmaya devam ediyor. Ayrıca muhaliflerine de intikam duygusunu bitirmemiş durumda. Ama bence bu işin içerisinde ben başka bir şey görüyorum. Esad ile bir dayanışma var. Esad’ın irtikâp ettiği suçlarla bir empati hissi var. Dikkat edin Kılıçdaroğlu şu ana kadar Suriyeli muhalifler hakkında söylediklerinin yüzde birini Esad için söylemiş değil. Suriyeli muhalifler öldükleri için savaşıyorlar sen onlara terörist muamelesi yapıyorsun.''
Yasin Aktay: 'Kılıçdaroğlu, Esad için 'O da Alevi biz de Aleviyiz gibi bir yaklaşım içerisinde. Bu çok tehlikeli'
Kılıçdaroğlu neden dayanışsın Esad’la?
''Anlam veremiyoruz ama anlam vermek gerekirse sanki bir mezhebi dayanışma içerisinde hareket ediyor. O da Alevi biz de Aleviyiz gibi bir yaklaşım içerisinde. Bu çok tehlikeli. Sisi ya da Saddam Sünni’ydi ama biz muhalif olduk. Mısır’dan da bir sürü insan göçmen olarak geliyor. Ancak aklımızdan Sisi bir Sünni nasıl olur onunla değil de muhalifleri ile bir dayanışma içinde olmayız gibi bir düşünce geçmedi. Bizim için zalim zalimdir. Sünni de olsa Şii de olsa. Yine mazlum Şii ise onunla da dayanışma içerisine gireriz. Nitekim İran’dan kaçıp gelen ve bize sığınan Şii de vardır. Halepçe’den kaçan 500 bin kürde ve Kobani olayları nedeniyle kaçanlara Türkiye kucağını açmıştır. Türkiye göç politikasında mezhepçi ve ırkçı olmadı. Bundan dolayı da Türkiye tüm dünyada moral üstünlüğe sahiptir.''
Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘’Suriyelileri katillerin kucağına atamayız’’ dedi ama Ak Parti’nin Suriyeli göçmenler konusunda tam olarak tavrı nedir?
''Göçmen politikası bir ülkenin başına gelen kriz politikalarından bir tanesidir. Türkiye’nin bu krizi yönetme tarzı en insani ve uluslararası hukuk normlarına en uygun olan halidir. Türkiye hiç bir katile ve de katil olarak görülen hiç bir rejime o ülkeden kaçan insanları teslim etmez. Fakat buradan kaçanlar ülkemizde kalıyorsa eğer o nüfusun da yönetilmesi gerekiyor. Bu da uluslararası toplumlarla belli işbirliği içerisinde ve anlaşmalarla olur. Ki bu destekler hâlihazırda var, AB bu nüfus kendi ülkesine akmasın diye belli bir destek vermektedir. Kılıçdaroğlu ben Esad ile anlaşır gönderirim diyor ama nasıl olacağı yok. Daha öncesinde tecrübe edilen Bosna soykırımı var. BM gözetiminde yapıldı bu. Türkiye çözüm peşinde tabi ve Suriye’ye dönebilecek olanların şartlarını oluşturma gayretinde. Esad rejiminin gitmesinden başka çare yok. Esad rejimine güven olmaz, kendi halkı da bunu söylüyor. Türkiye hiç bir Suriyeliyi zorla tutmuyor ve teşvik de etmiyor. Maalesef yanlış algılar var. Suriyeliler, Türkiye’de asla imtiyazlı insanlar değiller. Bu insanların Suriye’ye gidebilmesi için şartların düzelmesi gerekir. Nitekim Türkiye’nin operasyon yapıp güvenli hale getirmiş olduğu İdlib, Afrin, El-Bab bölgelerindeki güvenli alanlara 200 bin insan Suriyeli göç etti. Bizim politikamız bu işte. Güvenli ve yaşanabilir alanlar oluşturup gitmek isteyenleri göndermek. Zorla olmaz bu, açlık diye bir sorun da var neticesinde. Şu anda 6 milyona yakın insan var. Eğer Türkiye bu önlemleri almasaydı, güvenli alan olmasıydı en az 6 milyon Suriyeli göçmen daha olacaktı. Türkiye bunun önlemini aldı. Pratik olarak işleyen çözüm budur. Ama kapıları kapatırken, 6 milyon göçmeni ölüme terk etmedi. Eğer ölüm varsa kapıyı kapatamazsınız. Bu insanları katletmek ve soykırım yapmak insanların suçlarına ortak olmak anlamına geliyor.''
Peki, sizce bu işin sosyolojisi değişti mi? Bu kadar yılın ardından Suriyelilere misafir demek ya da bir gün elbet gidecekler demek hala mümkün mü?
''On yıl az bir süre değil. Entegre oldular. Bugün Suriyeli çocuklar sizden benden daha iyi Türkçe konuşuyor. Bunu Türklerin Almanya’ya olan göçü ile karşılaştıralım. Almanya’ya ilk giden Türkler, bavullarını hiç bir zaman kaldırmadılar. Bazıları bavulların üzerinde oturdu, yaşadı. Her an geri gelebilecek şekildeydiler. Almanlar da onlara öyle bakıyorlardı. Ama bu insanların kalış süresi uzadı. Her ne kadar kendilerine ikinci sınıf muamele yapılsa da, bazı alman ırkçıları aynen Suriyelilere yapılan ayrımları, aşağılamaları yapsa da onların iş gücü çok değerliydi. O iş gücünden dolayı da Almanlar, Türkleri tam olarak göndermeyi de göze almadı. Çünkü en iyi çalışan işçi grubuydu, en kaliteli emekti. Bununla birlikte o nüfusun çocukları oldu, yerleştiler. Artık isteseler de geri gelemeyecek hale geldiler. Orda bir birikimleri oluştu. Ya da bozulan ekonomiden Türkleri sorumlu tuttular. Ama zaten Türklerin çalıştığı işlerde Almanlar hiç çalışmadı ki. En kolay günah keçisi seçildi.''
''Türkiye’de de benzer bir durum var. Mesela adam Suriyelilerden nefret ediyor, neden? Diyor ki nargile içiyor. Sana ne nargile içmelerinden. Keyif çatıyor diyor, e keyif çatmak sadece senin hakkın mı? O da insan. Sen onun hangi şartlar da buraya geldiğini biliyor musun? Travmalarla dolu bir insanın nargile içmesi sana neden bu kadar dokunuyor. Burada ekonomik olarak da bir katkı var. İş gücü katkısı var Suriyelilerin. Türklerin çalışmadığı işlerde çalışıyorlar. Ki emek sömürüsü de söz konusu. Ben bu sömürünün yaşanmaması için Suriyelilerin çalışma izinlerinin çok düzenli ve seri bir biçimde çıkması gerektiğini düşünüyorum. Eğer vatandaşlık verilmemişse, çalışma izinleri ve oturumları daha düzenli hale getirilmeli. O da plaja gidiyor deniliyor. E sen Bodrum’a Antalya’ya gidiyorsun, onun gittiği yerlere de gitmiyorsun. Bir de kaldı ki kaç Suriyeli gidebiliyor, bir kaç sahne yakalanıyor.''
''Türkiye’de Araplara dönük antipati maalesef var. Oluşması da bir nebze anlaşılabilir ama bir sosyal demokrat partinin bunu kışkırtması anlaşılamaz. Her zaman bir takım taleplerin toplumda bir karşılığı olur. Eğer bu arzular başkalarına tehdit oluşturuyorsa, siyasetçiler söylemlerinde çok dikkatli olması gerekir. Türkiye Suriyeli mültecilerle yaşamak zorunda. Bu bir kader biraz da… Bundan kaçamadığımız gibi, bu bir imtihan. Bizim onları nasıl yönettiğimize bakmamız gerekiyor. Bir açıdan baktığımızda da göç bir toplumu dirilten bir şeydir. Canlandıran bir etki de yapar. Bakın Türklerin Alman ekonomisine yaptığı katkıdan bahsediliyor. Bu yönde çalışmalar var. Beyin niteliğinde Türkler yetişiyor orada. Belki Suriyelilerin de ilk gelenleri sanayi, inşaat alanında çalışanlar olarak kalacaklar ama Suriyelilerin Türkiye’ye yaptığı katkı ile Türkiye Arap dünyası ile arasında çok ciddi bir köprü oluşturacak. Sadece Suriye ile ticaret yok, Arapça konuşan 300-400 milyonluk bir coğrafya ile ticareti yönetiyorlar. Bu Türkiye’nin misafir ettiği veya bakımını üstlendiği dört milyon Suriyelinin Türkiye’ye oluşturduğu yükün çok daha fazlasını ürettiği anlamına geliyor.''
Misafir demek mümkün mü hala?
''Bence hepsi değil ama bir kısmı kendi ülkelerinde güvenli koşullar oluştuğunda geri dönmeyi isteyecektir. Ama önemli bir kısmı da beraber yaşamayı isteyecektir. Zaten Suriye’de güvenlik şartlarının oluşması demek Türkiye ile Suriye arasındaki ilişki de gayet akışkan olması anlamına gelecektir. Belki de pek çok Türk, Suriye’ye gidip orada köprüyü canlı tutacaktır, ticaret anlamında. O bölgeler çok güzeldir. Türkiye’nin ekonomisi kabına sığmıyor. Mülteci düşmanlığı yapanlar bunu çok fark etmiyor. Türkiye’nin mültecilerin hedefi olmasının bir sebebi de en azından belli bir refah düzeyinde yaşanabilirliğin olmasıdır. Türkiye’nin sağlık sektörü ortada, dünyada en iyi 3-4 ülkeden biridir Türkiye. Sağlık hizmetleri bedava deniliyor Suriyeli için ama Türkler için de bu böyle. Hakkari’deki bir kişinin aldığı sağlık hizmeti ile İstanbul’daki bir kişinin aldığı sağlık hizmeti aynıdır. Yani sağlık hizmetini bedava olarak sadece Suriyelilere verilmiyor.''
Aktay: 'Avrupa içerisinde bir Almanya’yı suçlamaktan hayâ ederim'
AB göçmen meselesinde yükü tamamen Türkiye’ye mi bıraktı?
''Doğrusu böyle düşünmüyorum. Resmi söylemlerimiz Avrupa’yı çok suçlasa bile, ki genele bakıldığında suçlayabiliriz ama mesela ben Avrupa içerisinde bir Almanya’yı suçlamaktan hayâ ederim. Almanya bir milyon üzerinde göçmen aldı. Türkiye 3.5 milyon aldı deniliyor ama Türkiye komşu ülke. İlk kapısını çaldıkları ülke Türkiye. Fakat Almanya komşuluğu ve dindaşlığı da olmadığı halde bir milyon yüz bin göçmen aldı. Ben her zeminde Almanya’yı eleştiririm, FETÖ politikasını eleştiririm, PKK politikasını yerden yere vururum. Ben Almanya’nın mültecilere yaptıklarının Türkiye’den daha fazla olduğunu düşünüyorum.''
Almanya Başbakanı Angela Merkel, daha dün Türkiye’nin AB üyesi olmasını beklemediğini ancak Türkiye’yle yakın ilişkilerden yana olduğunu söyledi. Mülteciler için Türkiye'ye 3 milyar Euro ek fon verileceğini hatırlatan Merkel, "Mülteciler insan, siyasi araç olarak kullanılmamalı" dedi. Nasıl yorumluyorsunuz bu açıklamayı?
''Bunlar başka politikalar, hepsinin bir masaya yatırılıp mülteci politikası ile bağlantılı hale getirilmesini çok doğru bulmuyorum. Ama 3 milyarı verelim bu işten kurtulalım yaklaşımı çok doğru değil. Bence ellerini biraz daha taşın altına koymalılar. Türkiye’nin göçmenlerin yükünü üzerimize alalım gibi bir tercihi yok zaten, coğrafi olarak burada bulunmamızın faturasını ödüyoruz. Eğer Polonya’da olmuş olsaydı bunun da ceremesini Almanya çekmiş olacaktı. Kiminle komşuysanız o komşuluğun yükü ve sorumluluğunu çekmek zorundasınız. Türkiye de Suriye ile komşu olmanın, Ortadoğu’da olmanın ceremesini ister istemez çekiyor. Bazen İran’dan bazen Irak’tan bir dalga geliyor. Ama çok şükür Türkiye’den başka bir yere sığınmak zorunda kalan bir dalga olmadı. Yine de Almanya’nın bu meseleye daha ciddi yaklaşması şart. Türkiye’nin göçmenlerden dolayı üstlendiği yükü kaldırması konusunda biraz daha yardımcı olmaları gerekiyor. Netice de biz de İran’dan aynı hassasiyeti bekliyoruz. Afganistan’dan gelenler İran üzerinden geliyor. Onlar da aynı şeyi yapmalı. İran’da biraz daha denetim olursa, İran topraklarında bu göçü durdurur. Ama yine de göç hadisesi insani bir hadisedir. Durduralım dediğinizde de nereye kadar… Durdurmanın yolu insanların ölmesi ise bunun bir yolu yok.''
''Göçmenlerden dolayı yüklendiğimiz sorumluluğu Avrupa’ya karşı koz olarak kullanabiliriz. Bu uluslararası ilişkiler siyasetidir.''
Ak Parti iktidarına temel eleştirilerden biri de göçmen politikasını Euro’ya endekslediği yönündedir. Hatta yeri gelince göçmenlerin koz olarak kullanıldığına dair iddialar da var. Ne diyorsunuz bu iddialara, ne kadar doğru? Ak Parti göçmenleri Euro olarak mı görüyor?
''Böyle bir şey olabilir mi? Bu çelişkili bir eleştiri. Türkiye’nin göçmenlere harcadığı parayı önce abartıyorlar. Biz Avrupa’dan o kadar para almıyoruz, neden göçmen alalım biz? Onların iddiasına göre eğer Euro olarak görmüş olsaydık, daha fazlasını elde etmiş olurduk. Ki onlar Türkiye ekonomisine yük diyor. Şayet yükse Türkiye, Euro talep etmek için neden böyle bir maceraya ya da karsız bir alışverişe girmiş olsun? Ne tarafından bakarsanız zararlı bir alışveriş olur. Bu ticareti bilmeyenlerin bir hesabı. Hayat tecrübesi, esnaflığı olmayan insanların kar zarar mantığı. Netice itibariyle göçmenlerden dolayı yüklendiğimiz sorumluluğu Avrupa’ya karşı koz olarak kullanabiliriz. Bu uluslararası ilişkiler siyasetidir. Burada esas sorulması gereken, siz Türkiye’desiniz neden hep karşı tarafı haklı görüyorsunuz? Türkiye’nin öbür taraf ile diyaloğunda bir şekilde elinde bir durum var. Koz olarak kullanmak ifadesi pek hoş gelmiyor bana ama Türkiye bir yandan göçmen politikaları konusunda Avrupa’yı çok rahatlattı ve Suriye’de de güvenli alan oluşturarak göçü durdurmaya çalıştı.''
Hükümetin, bir süre önce Yunan sınırını açıp Suriyeli göçmenlerin Türkiye’den çıkışına izin verileceği açıklaması ve sonrasındaki süreçte binlercesinin önce otobüslerle Edirne sınırına gittiğini gördük, ardından Yunanistan tarafından polis müdahalesini izledik. Onların günlerce çaresiz bekleyişlerine tanıklık ettik. ‘Bu AB’ye dönük bir şantaj’ olarak yorumlandı, öyle miydi? Sonra ne değişti?
''Hakikaten Türkiye patlama noktasına geldi. Türkiye’nin askerleri şehit edildi. Daha öncesinde talepleri vardı karşılanmıyordu. Üstelik Türkiye’nin orda ne iş yaptığı sorgulanıyordu. Sonrasında olan Türkiye’nin tezinin doğrulanması. Türkiye göçü durdurdu. Ama Avrupa bize destek vermek yerine bizi Suriye’yi sanki işgal ediyor olmakla suçluyor. Ben işgal etmeyeyim ama benim yaptığımı buyur sen yap. Git orada güvenli bir alan oluştur. Orası teröristlerin geçiş noktası olmasın, yaşayanlar için tehdit üreten bir mekân haline gelmesin. Türkiye bunu sağlamış durumda. İdlib’te dört milyon insan yaşıyor. Geriye kalan iki milyon insan. Türkiye’nin şu an orada himayesini üstlendiği insan sayısı Esad’ın üstlendiğinden daha fazla. AB bize neden destek olmasın? Yaptığımız ile onlara da bir anlamda destek oluyoruz. Avrupa’nın maruz kalacağı göçmen dalgasını Türkiye’ye bile gelmeden yerinde durduruyoruz. Bu çok önemli, kimsenin konuşmadığı bir şeydir. Suriye’de de durdurmanın bir maliyeti ve siyaseti var. 3 milyar Euro ne ki? 3 milyar Euro verdim kurtuldum, sadaka verir gibi. Olmaz ki… Bunun biraz daha planlaması ve muhasebesinin yapılması gerekiyor. Ben sadece Avrupa’yı değil Türkiye olarak kendimi de koruyorum. Şu anda üç buçuk Suriyeli benim için bir sorun teşkil etmiyor ama bir üç buçuk daha girse Türk toplumunda neler neler yaşanır.''
Yasin Aktay: İran’da biraz daha denetim olursa, topraklarında Afganistan gelen göçü durdurur
Taliban’dan kaçan Afgan göçmenlerin Türkiye’ye gelişleri söz konusu, ne boyutta bu durum bir akın mı var yoksa daha alt düzeyde mi? Sınırı rahatça geçip geldiklerine dair eleştiriler de var.
''Bir akın var, yok diyemeyiz. Ama bu akının Suriyeliler gibi olma ihtimali biraz düşük. Bu noktada siyasi bir çözüme gidiliyor. Türkiye de yardımcı ve etkili olmaya çalışıyor. Ve Türkiye, Afganistan’da çözüme katkı sunabilecek en etkili ülke. Hükümet görevlileri ve Taliban arasında bir müzakere var, görüşmeler fena gitmiyor. Barış noktasında Türkiye rol oynuyor.''
Türkiye’nin Kabil havalimanın güvenliğini üstlenmesi gündemde. Net değil ama nasıl değerlendiriyorsunuz bir sorun yaşanır mı? Taliban’ın açıklamaları ortada malum.
''Taliban’ın açıklamasında ilk etapta ciddi bir iletişim hatası ve sorunu oluşmuş. Türkiye’nin orada sanki askeri birlik bulundurmak hatta NATO misyonunun bir devamı olarak algılandı. Fakat orada havaalanının korunması da söz konusu değil, korunması Afgan güvenlik güçleri tarafından yapılmış olacak. Orada Afgan yetkililerine rağmen, Türkiye’nin hiç bir varlığı olmayacaktır. Bütün faaliyetleri Afgan hükümetinin onayı ile gerçekleşecektir. Buna da Afganistan’ı kim yönetiyorsa onlar karar verecektir. Ki muhtemelen bunun içerisinde Taliban da olacaktır. Onlar da yıllardır sabırlı bir biçimde savaştı ve kazandı sayılır bir biçimde. Şu anda Afganistan’ın yüzde 85’ini Taliban yönetiyor, hakim olmuş durumda. Dolayısıyla Afganistan’da Taliban gerçeğini kimse gözardı edemez. Türkiye orada ciddi çözüm arayışı içinde, işgalci değil. Türkiye’nin avantajı sözünü dinletebiliyor orada. Türkiye orada sadece havalimanının işletmesini yapacak ki bu zamana kadar da yapıyordu. Türkiye krizin bir parçası olarak orada bulunmayacak, çözümün bir parçası olacak.''
AB’nin Suriyeliler de olduğu gibi, Afganların da AB sınırlarına ulaşmadan durdurulması üzerine çalıştığı bilgisi var. Türkiye benzer bir rolü yeniden üstlenebilir mi? Suriyeli göçmenleri kabul ettiği gibi, Afgan göçmenleri de Türkiye’de tutmak üzere bir anlaşma gündeme gelir mi?
''Göçmen politikasına dair ülkede bir istikrar sağlanabilir. Afganistan Suriye gibi değil. Suriye gibi olacak görünmüyor. Orada taraflar arasında savaş var ama katliam yok. Bir tarafın bir tarafa karşı güç bir çözümsüzlüğü yok. Bilakis müzakere masasındalar, yakın zamanda sanırım bir anlaşma çıkacak. Siyasi istikrar oluştuktan sonra biz oranın kalkınmasında yani kalkınma projelerinin geliştirilmesinde rol oynayacağız. Afganistan çok zengin bir ülke. O zengin ülke akıllı bir biçimde yönetilebilirse, bence bu kendi yerel halkına terk edildiği zaman çok akıllı yöneteceklerdir. Şuana kadarki yönetim anlayışı işgalci bir yönetim anlayışı olduğu için kendine sadık, kendine bağlı ve oradaki kaynaklarını peşkeş çekme üzerine kurulu. Oradaki paylaşım üzerine bir yönetim vardı ve bu halka yansımıyordu. Eğer Afganistan kendi halkına bırakılırsa bölgenin en zengin ülkesi haline gelebilir. Ama kapımıza kadar gelenleri de yönetmenin bir hukuku olacak. Türkiye bunu üstlenecektir. Ama özellikle Afgan mültecileri kabul edip, tutmak ve onları başka ülkelere gönderme konusunda bir politikası şu anda yok. Öyle bir beklenti de yok Türkiye’den. Öncelik savaşın bitirilmesi ve göçün engellenmesi.''
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbakır ziyaretleri kilit önemde olmuştur. Geçtiğimiz günlerde yine Diyarbakır’daydı. Ve açıkça Çözüm Süreci’ne sahip çıktı. Bu konuda yeni bir gelişme beklemek mümkün mü? Seçim startı olarak da görmek mümkün mü?
''Aslına bakarsanız, Çözüm Süreci’nden dolayı Ak Parti’de hiç bir zaman bir pişmanlık oluşmadı. Aksine Ak Parti kendisini Çözüm Süreci’ne götüren o anlayışa hep bağlı. Hep sadık kaldı. Çözüm Süreci nedir? Türkiye’de Kürt sorunun çözülmesidir. Ak Parti biz bu sorunu çözdük demenin rahatlığına ulaştı. Kürt sorununu ortaya çıkaran neydiyse onları ortadan kaldırdı. Dil problemi, tanınma problemi… Kürt ‘Kürdüm’ diyor artık, resmi olarak okullarda Kürtçe eğitim var. Fiilen ne kadar uygulanıyor, bu konuda bir takım şartlar var ama resmi prosedür tamamlandı. 20 yıl öncesine dayanan Türkiye’deki devlet ve millet anlayışı ciddi bir paradigma değiştirdi. Eskiden Türk ırkına dayalı vurgu vardı, ama şuanda 72 milleti barından bir anlayış söz konusu. Millet ırka dayalı değil artık. Bu bazı insanları mutlu etmeyebilir. Çünkü bu sefer milleti ırka dayalı olarak tutmak isteyen Kürt milliyetçileri ortaya çıktı. Bugünkü mücadele dolayısıyla Türk milletinin ırk ötesi olma şansı var ama Kürt milletinin ırk ötesi olma şansı şuanda yok. Bu tartışılır tabi… Ama ırkçılık cenderesinden kurtulmuş olmaktan ben şahsen çok mutluyum. Ak Parti Kürt meselesinde tezini ortaya koydu ve uyguladı. Dedi ki; Kürt meselesi kalmamıştır. Vatandaşlarımızın meselesi olur, çözeriz ve tanırız. Kürtler beraber yaşadığımız canımızdan bir parça. Aynı siyasal bedenin parçasıyız.''
O zaman neden 2005 çözüm süreci vurgusu yaptı Erdoğan?
''Çözüm Süreci değil artık o. Belli bir terör problemi vardı, onu da belli bir noktaya kadar gerilettik. Ne yazık ki eskiden Kürt sorununu çözmeden terör sorununu çözemeyiz diyorduk. Biz Kürt sorununu çözdüğümüz halde terör sorununu çözememiştik. Bu ciddi bir handikaptı. Bu tezi savunanlardan biri de bendim. Ben de yanlışlanmış oldum. Kürt sorunundan beslenen savaş ağaları var. Onların biraz daha geniş çevresine bakarsak uluslararası bir siyaset var ve Türkiye içerisindeki kartlardan biridir terör kartı. Kobani ve Suriye’de yaratılmak istenen bölgenin Kürt sorunu ile bir alakası yoktu. Bu tamamen bölgenin yeniden dizaynı ile alakalıydı. Böyle bir devletçik oluşturma Kürtlerin talebi değildi, bazı Kürtlere sunulan kolay çalışacakları bir ülke oluşturmaktı. Bu ülke bölgenin kodları olmayan, entegrasyonu engelleyebilecek bir ülke olmalıydı. Türkiye’de Kürtlük bir mesele değildir artık. Ama Kürtler üzerine hesap yapıp ayrıştırmanın yollarını arayanlar hep olacaktır. Ve bu terör örgütü onların oyuncağı olacaktır. Bu terör örgütünün Kürtlük diye bir derdi yok. Eğer olsaydı, Kürt sorununu çözen tek aktör olan Recep Tayyip Erdoğan’a bu kadar düşman olmazlardı. En düşman oldukları isim bu. Nasıl olabilir bu? Çözümü üretene düşman oluyorlar çünkü istedikleri çözüm değildi. PKK ve HDP’nin Kürt sorununu çözmek gibi bir derdi yok, milliyetçilik ve ulus devlet oluşturmak istiyorlar. Ama kusura bakmayın çok da sıcak bakamam ben buna. Ben Ortadoğu’da kukla devletlerin halkların tamamına tehdit olacağını ve entegrasyona ket vuracağını düşünüyorum. Türkiye, Kürtleri kendisine bir tehdit olarak görmüyor, böyle bir siyasi oluşumu Kürtlerin de lehine görmüyor.''
Ak Parti’nin dindar Kürt seçmenleri kaybettiği söyleniyor, bu yönde anketler yayınlanıyor. Siz ne diyorsunuz, gerçekçi buluyor musunuz bu anketleri?
''Mutlaka bir takım inişler çıkışlar oluyordur. Ama dindar olan veya olmayan Kürt seçmenin önemli bir kısmı hala Ak Parti ile birliktedir. Hatta Ak Parti’ye ciddi bir kayış da görüyorum ben. Ama kopuş varsa da bunun Kürtlükle alakası yok. Ekonomideki gidişat, Covid-19’un atmosferi, örgütlenme sorunları ve başka başka durumlar oluyor. Ama asla bir kopuş yok.''
MHP ittifakı ile alakalı bir kopuş olduğunu düşünüyor musunuz?
''Bence yok. Ak Parti MHP ile ittifak kurmadan önce, 7 Haziran seçimleri öncesi HDP, MHP ile ittifak kurmaya can atıyordu. Olumlu mesajlar, aynı ittifak içerisinde yer almalar vardı. Birbirinin aleyhine söz söylemediler. Kimseyi suçlamak için söylemiyorum. Bu siyasi ittifaklar zannedildiği gibi insanlar da kırılmalara yol açmıyor. Toplum kendi içerisinde çok kolay uzlaşabiliyor. Siyaset adı üstüne rakibin pozisyonuna göre ayarlayıp, tekrar değiştirebilme sanatıdır.''