BOP Eş Başkanı, FETÖ ve PKK ile Beraberdi Ya (!)

Genel seçimlere bir yıldan fazla bir süre kalmasına rağmen siyaset daha şimdiden ısınıyor. Siyasetin gündeminde doğal olarak Afrin, PKK terörü, dövizlerde yükseliş gibi olaylar var.

Ancak bazılarının gündeminde hala “BOP EŞBAŞKANLIĞI, ÇÖZÜM SÜRECİNDE PKK İLE İŞ BİRLİĞİ YAPMIŞTINIZ YA, DAHA DÜN FETÖ İLE KOLKOLAYDINIZ YA” söylemleri var.

Bu söylemlerin kimlere ait olduğunu anlamışsınızdır. Ben onlara “pilli görüşçüler” diyorum. Malum belli süreden sonra pilleri tükendiği için aynı söylemleri adeta papağan misali tekrarlayıp duruyorlar.

Erdoğan “BOP eş başkanıyım” dememiş miydi? Daha düne kadar FETÖ ile kol kola değil miydi? Açılım sürecinde PKK ile anlaşmadı mı?

Yeter artık ya hu!

Erdoğan’ın siyaset yönetiminde, siyah ve beyazdan daha farklı tonları da vardır. Yani “ya siyah ya beyaz” sıradan insanların söylem ve eylemleridir. Akıllı insan siyah ile beyaz arasında, evet ile hayır arasında farklı tonlarla çözüm üretebilen insandır. Erdoğan’ın “kazan-kazan” söylemi de bu aklın bir ürünüdür. Peki, “Erdoğan bu eylemleri neden yaptı o zaman” diye soranlara önce şu cevabı vermek lazım.

Erdoğan bunlara sonuçta ne yaptı? Önce sonucu açıklayalım, sonra da nedenini.

BOP projesinden başlayalım.

ABD ve Avrupa ülkelerinin Orta Doğu’ya sözde demokrasi getirme projesi olan Büyük Ortadoğu Projesi tamamen rafa kaldırıldı. Resmi veya gayri resmi hiçbir eylem veya söylemi yok. Yani dağıldı.

FETÖ’ye gelince. Sonuç ne oldu? Kırk yıl ilmik ilmik işlenerek devleti ele geçirmeye çalışan bu örgüt çil yavruları gibi dağıtıldı. Hain örgütün tüm faaliyetleri durduruldu, tüm mal varlıklarına el konularak devlet hazinesine devredildi. Elebaşlarının birçoğu yurt dışına kaçtı, büyük bir kısmı ise hapislerde.

Gelelim PKK/YPG’ye ve buna paralel olarak açılım sürecine. PKK/YPG ye tarihinin en büyük darbeleri vuruldu. Güneydoğuda üstünlük tamamen devlete geçti. Birçok üst düzey PKK’lı yöneticiler öldürüldü. PKK’nın siyasi uzantısının liderleri teker teker hapislere atıldı. Birçok belediyeye kayyum ataması yapıldı. Suriye’de kendine kurtarılmış bölge kurmaya çalışan terör örgütü, bu gölgelerden temizlenmeye başladı. Yani PKK tarihinin en büyük darbesini aldı.

Tüm bunlara rağmen birileri hala “… İdi ya” demeye devam ediyor ya. Biten pillerini şarj etmeleri şartıyla,” neden … idi” kısmına da açıklama getirmek lazım.

Açıklaması bizden anlaması onlardan.

Peki, Erdoğan neden BOP eş başkanı oldu? Bunun cevabını vermek için önce şu soruyu sormak gerekiyor? ABD ve Batı’nın BOP Projesinden beklentisi neydi?

ABD ve BATI, Ortadoğu’nun enerji kaynaklarına çökmek için bir bahane uydurmalıydı. Tıpkı Irak’ta olduğu gibi. Ortadoğu halkının özgürleştirilmesi kılıfı altında işgal projesiydi aslında BOP. BOP ile söylemde Ortadoğu halkı özgürleştirilecek, bu ülkelerde yönetimler seçim ile iş başına getirilecekti. Böylece kendilerine ve özellikle İsrail’e dost, satın alınmış iktidarlar oluşturulacaktı. Kendi müdahaleleriyle sandıklardan kukla yönetimler çıkaracak ve buradaki egemenliklerini güçlendireceklerdi.

Onların planı bu iken Erdoğan’ın da elbette bir planı vardı.

Erdoğan, Ortadoğu ülkelerinin neredeyse tamamına yakınında yapılacak seçimlerde İslami hassasiyetleri yüksek ve Türkiye sevdalısı iktidarların geleceğinden emindi. Yani BOP’un ABD ve BATI’ya değil, İslam âlemi ve Türkiye’ye fayda getireceğinden son derece emindi.

Nitekim Mısır’da yapılan seçimler bunun ilk işaretiydi. İktidara gelen Mursi, ABD-BATI-İSRAİL şer üçgeninin menfaatlerine dokunmaya başlamıştı. Ve nitekim kısa süre sonra BOP taraflarının desteklediği bir darbe ile Mursi iktidarı devrildi.

Yine Yemen’de, Libya’da, Ürdün’de ve birçok Arap ülkesinde yaşanan Arap baharının sonucunda da İslami hassasiyetleri olan antiemperyalist halkın iktidara geleceği de belli olmuştu. Bunu fark eden Amerika’nın bu şaşkınlıkla yaptığı “istihbarat birimlerimizin Arap Baharı ile ilgili bizlere verdiği istihbarı bilgiler yoktu” açıklaması bu tezimizi de güçlendirmektedir. Yani emperyalistler yine yanlış hesap yapmışlardı. Erdoğan’ın tezi ise tutmuştu.

Nitekim bundan sonra Arap Baharı ayaklanmalarının bıçak gibi kesilmesi de bunun bir ispatı. Yani Erdoğan BOP projesine, emperyalist güçlere hizmet etmek değil, tam aksine bu projenin sonucunun Türkiye’nin çıkarlarına olacağını bildiği için iştirak etmiştir.

Diğer konu ise FETÖ. Diyorlar ya “daha düne kadar FETÖ ile kol kolaydınız ya!”

Yıl 2002. AK Parti seçimleri kazandı ve hükumet kuruldu.

Ulusalcı ve Laikçi kesim, AK Parti iktidarını devirmek ve onları iktidarsız hale getirmek için her türlü çirkefliği yapıyordu. Devlet kademelerindeki bürokratlar talimatları yerine getiremiyor, iktidar partisi ise sıradan bir Genel Müdür yardımcısının bile atamasını yapamıyordu.

Sözde Cumhuriyet Mitingleri, özde seçilmiş hükümeti zor kullanarak devirme eylemleri gittikçe artıyor, bu gösteriler artık tehditkâr bir hal almaya başlıyordu. Bu arada FETÖ yapılanması devletin her kademesine sızdırılmış, adeta devleti ele geçirmişti. Özellikle askeriye, polis ve yargıda egemenlik tamamen bu grubun elindeydi. Uzun süre Erdoğan bu yapılanmadan uzak durmaya çalıştı. Hatta bu yapılanma da uzun süre Erdoğan’dan uzak durdu.

Ancak Laikçi ve Ulusalcı cephenin akla hayale gelmeyecek anti demokratik uygulamaları ve adeta iktidarın elini kolunu bağlayarak “iktidar olup muktedir olamamalarını” sağlama girişimleri Erdoğan’ı devletin içerisinde ikinci gibi görünen aslında en büyük birinci güç olan FETÖ ile işbirliği yapmaya itti.

Aslında dış güçler ve derin sistem bir “piç” dünyaya getirtmiş ve bu piçi Erdoğan’ın kucağına bırakmıştı. 12 Eylül döneminde, 28 Şubat dönemlerinde kılına bile dokunulmayan, adeta derin devlet –batı ve ABD tarafından rejimin sigortası olarak doğurtulan bu “piç“ , Erdoğan’ın normal yollarla gönderilemeyeceğini anlayınca ona sinsice yaklaşarak adeta devletin tamamını ele geçirme planlarını uygulamaya koydu. Özellikle HSYK referandumundan sonra Erdoğan FETÖ’nün gerçek yüzünü ve devleti ele geçirme planlarını fark etti.

Erdoğan’ın önünde iki seçenek bulunuyordu. Birincisi Devleti tamamen Fetö’ye devrederek kendi iktidarını sağlama almak, ikincisi ise canı-kanı pahasına bu yapılanma ile savaşarak onları devletin içerisinden temizlemek.

Bir Özal, bir Demirel, bir Türkeş, bir Ecevit, bir Yazıcıoğlu’nun bile ilişkilerini her zaman sıcak tuttuğu ve gücünden irkildiği bu yapıyı karşısına almak çok büyük bir cesaret işiydi aslında. Ama “Erdoğan” demek, “cesaret” demekti. Kendi hayatı ve geleceği ile ilgili tüm riskleri göze alarak bu hain yapılanmayla büyük bir mücadeleye girişti ve bu piçi devlet kademelerinden ve bu ülkeden büyük ölçüde temizledi.

Şimdi Erdoğan’a kırk yıllık bir yapılanmadan devleti temizleme cesareti gösterdiği için bir çok kesim teşekkür ederken, birileri hala “Daha düne kadar FETÖ ile beraberdiniz ya!”  diyorsa. Benim bunlara “pilli görüşçüler” dememin de yadırganmaması gerekir diye düşünüyorum.

Diğer konu ise “açılım süreci” ile ilgili.

Hani diyorlar ya “daha düne kadar PKK ile beraberdiniz ya !”

Başta şunu söyleyeyim ki açılım süreci Cumhuriyet tarihinin en akıllı devlet projelerinden biriydi. Erdoğan’ın siyasi dehalığı burada da kendini gösteriyordu. Çünkü bu projenin başarı ile sonuçlanması, yani PKK’nın silah bırakması durumunda da Türkiye kazanacaktı, başarısızlıkla sonuçlansa da Türkiye kazanacaktı.

Şöyle ki; Bu projenin temel prensibi “devlet Kürt halkına baskı yapıyor” tezini çürütmekti. Bu tezin çürütülmesiyle PKK’nın elinde bulunan en büyük koz geri alınacaktı. Nitekim çözüm sürecinde en büyük şikâyet konusu da devletin Güneydoğuda otoritesini kaybettiği, buradaki tüm otoritenin PKK’ya geçtiği şeklindeydi. Aslında bu tamamen de doğruydu.

Çünkü PKK bu bölgelerde yollar kesiyor, kimlik kontrolleri yapıyor, insanlardan vergi adı altında paralar topluyor, hatta adliyeler kurarak yargılamalar dahi yapıyordu. Devlet ise adeta tüm bu olayları içinden gülümseyerek uzaktan seyrediyordu. Belirli bir süre sonra, PKK’yı destekleyen kesimler bile örgütün bu eylemlerinden ve baskılarından rahatsız olmaya başlamıştı.

Bu esnada akıllıca bir kararla sivillerin girişlerinin yasak olduğu yaylalara ve mezralara girişler serbest bırakıldı. Halk buraların güzelliğini ve bereketli toprakları görünce barışın ne büyük bir nimet olduğunu anladı. Diğer taraftan terörün bitmesiyle insanlar Anadolu’nun dört bir yanından bu bölgelere gelerek buradaki esnafın gelirinin artmasına neden oldular.

Ömürleri boyunca barış ve huzur ortamının ne olduğunu bilmeyen halk bu tadı o kadar aldı ki, bu barış süreci bir daha bozulmasın, PKK silah bırakıp siyaset yapsın diye, ideolojileri yüzde yüz farklı olmasına rağmen HDP’ye oy verdiler. Ancak HDP ve PKK’nın seçim zaferinden sonra barış için çalışacağına hendekler kazarak terörü artırması bu halk tarafından büyük bir nefretle karşılanmıştı. Halk artık “bize devlet değil PKK, HDP baskı yapıyor” demeye başlamıştı. Devletin projesi planlandığı gibi yürüdü ve açılım süreci sonlandırıldı.

Bundan sonra ne mi oldu?

HDP’nin kedisi bile gözaltına alındığında ülkeyi yakıp yıkan örgüt yandaşları, Genel Başkanları, Belediye Başkanları, Milletvekilleri birer birer kodese tıkanırken seslerini bile yükseltmediler. Çünkü artık devletin gerçek yüzünü görmüşlerdi. Mazluma şefkati ne kadar güçlü ise, haine tokadı da o kadar şiddetlidir. Sonuç olarak PKK eylem yapamaz hale geldi ve Cumhuriyet tarihinin en büyük darbesini yedi. Devletin ve Erdoğan’ın en akıllı projelerinden birisi daha büyük bir başarı ile gerçekleştirilmişti.

İşte devlet aklı ve siyasi dehalık tam da budur.

Ha. Birileri hala papağan misali tekrarlamaya devam edecek; “Daha düne kadar … ile kol kolaydınız ya” Çünkü onlar pili şarj etmeyen ve değiştirilmemiş pilliler.

Bir gün pillerini değiştirirlerse elbette ki bazı şeyleri daha iyi anlayacaklar.

Ancak şimdilik görünen tek gerçek var.

Onlar “pilli görüşçüler”

Mustafa ÖZBAY
Ekonomist, CFO, Yazar, Roman Yazarı